Taşkınbilgist: MOAİ HEYKELLERİNİN SAKLI GERÇEKLERİ ! (PASKALYA ADASI SIRLARI VE RAPANUİLER)

12 Kasım 2019 Salı

MOAİ HEYKELLERİNİN SAKLI GERÇEKLERİ ! (PASKALYA ADASI SIRLARI VE RAPANUİLER)












En yakın yerleşimlerden, binlerce km uzakta bir ada üzerinde yüzlerce gizemli heykel. Bedenlerine oranla abartılı başları, kasvetli yüz ifadeleri, dikdörtgen kulakları, çıkık çeneleri, çukur göz yuvaları ve geniş burunları ile yontma tekniğinin en güzel örneklerini yansıtan Moai heykelleri…
(Bu konuyu youtube kanalımdan izleyebilirsiniz. Kanalıma destek olmayı da unutmayın. :))



Uzun yıllar boyunca, dünyanın en çok tanınan heykelleri arasında olan Moailerin; yapılma amacı, yapım aşaması ve tarihi hep merak konusu oldu. Bu sorulara yıllar içinde ayağı yere basmayan cevaplar verildi. Ancak son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalar, Moai heykelleri hakkında gizli kalmış gerçekleri bir bir ortaya çıkardı ve çıkarmaya da devam ediyor. 


Bu garip heykelleri, kimler, neden ve nasıl yaptı? Kaç tane Moai var? Tonlarca ağırlığı olan bu heykeller, nasıl taşındı? Gelin, bu büyüleyici heykeller ve onu yapan toplum hakkında bildiklerimize, daha yakından bakalım…


Moai heykellerinin incelenmesine geçmeden önce, üzerinde bulundukları adaya ve orada yaşayan topluluğa dair neler biliyoruz ona bakalım.


Burası doğusundaki Güney Amerika’dan 3700, Batısındaki Tahiti’den 4000 km uzakta bulunan Paskalya Adası, yerli dilinde ise Rapanui. İlk yerleşimcileri buraya yaklaşık 1000 yıl önce gelmişler. Burada zaman içinde kabilelere ayrılmışlar ve nüfusları artmış. Birkaç nesil sonra dünya üzerinde sadece kendilerinin yaşadığını düşünmeye başlamışlar.


Botanikçi arkeologların buluntularına göre, ilk yerleşimciler geldiğinde, adanın tamamı palmiye ağaçlarıyla kaplıydı. Ancak 17. yyl kadar bu ağaçlar sürekli olarak yok edildi. Araştırmacılar, yok edilen ağaç sayısının, 10 milyondan fazla olduğunu tahmin ediyorlar. Bu durumun, adadaki yaşamı da kökünden etkilediği düşünülüyor. Çünkü bu palmiye ağaçları, sürekli esen rüzgarlara ve dolaysıyla kurumaya karşı adadaki tarımsal alanları koruyordu. Ağaçlar yok olunca erozyon da arttı ve ada, otluklardan oluşan ormansız bir alana dönüştü.


Ada, volkanik bir geçmişe de sahip. 162 kilometrelik adada, üç sönmüş ana volkan bulunuyor. Bunlar güneydoğusunda Rano Kau, doğuda Poike ve kuzeyde Maunga Terevaka.


Rapanui toplumu için, 1722 yılında, her şey değişmeye başlar. 1722 yılının Paskalya Bayramı arefesinde, Hollandalı kaptan jakop Roggevven, ticari amaçlarla burada karaya çıkar. Adaya, günün anlamına uygun olarak Paskalya Adası adını verir ve bu isim öyle kalır. Rapanui toplumu, denizden gelen bu ziyaretçileri gördüklerinde adeta şok olurlar. Çünkü, dünyadan yalıtılmış bir halde yaşayan Rapanuiler, dünya üzerinde kendilerinden başka insan yaşamadığını düşünüyorlardı. Karşılarında kendilerinden başkalarını görünce, yüzlerce yılda oluşturdukları evren tasavvurları ve dinsel birikimleri bir anda alt üst oldu.


Bu olaydan yaklaşık 50 yıl sonra, İspanyol kaşif Don Felipe Gonzales, 15 Kasım 1770’de adaya bir sefer düzenleyerek, adayı İspanyol egemenliği altına aldı. Avrupalıların burayı keşfetmeleriyle birlikte ada halkı için kara günler başladı. Avrupalıların beraberinde getirdiği tüberküloz ve çiçek gibi hastalıklar, bu hastalıklara karşı bağışıklığı olmayan ada halkını perişan eder ve nüfusu büyük oranda azaltır. Burada değerli maden bulamayan istilacılar, insanlık tarihinin kara sayfalarından birinin daha yazılmasına neden olurlar. Adaya gelen Perulu köle tacirleri, 1859 – 1861 yılları arasında düzenledikleri seferlerle, yaklaşık 1500 ada sakinini köle olarak çalıştırmak için zorla götürürler. Hem salgın hastalıklar, hem de köle tacirlerinin çalışmaları sonrasında, 1877 yılında ada nüfusu 111 kişiye kadar düşer.


Şimdi bu bilgiler ışığında, Moai Heykellerine daha yakından bakalım.

Ada sahilleri boyunca yüzlerinde ağır ifade olan Moailer, sırtlarını Okyanusa, yüzlerini ise Ada içlerine dönmüş durumdalar. Bu Moailer, “Ahu” adı verilen düzgün kesilmiş sağlam taşlardan yapılma platformlar üzerine yerleştirilmiş. Uzunlukları 1.5 metre ile 10 metre arasında değişiyor. En uzun Moai’ye “Paro” deniliyor. Yaklaşık 10 metre uzunluğundaki Paro’nun ağırlığı 82 ton. Yapım aşamasında yarım kalmış ve Paro olmaya aday olan Moai, bitirilseydi 21 metre uzunlukta, 278 ton ağırlıkta olacaktı. Bu moailerin başlarında Pukao adı verilen dev kırmızı şapkalar var. Bu şapkalar, adanın güneybatısındaki volkanda bulunan scoria denilen tüften yapılmışlar. Bunlar, tek parça taştan yapılmış heykellerin başlarına sonradan konulmuş. Bazıları 10 tonu bulan bu taştan şapkaların metrelerce yükseklikteki Moailerin başlarına nasıl konulduğu sorusu hala gizemini koruyor.


Peki, Rapanui topluluğunun böyle devasa heykeller yapmasının arkasındaki motivasyonları neydi? Bunları nerede ve nasıl yaptılar ve tonlarca ağırlıktaki bu monolitleri, buraya nasıl getirdiler?


Uzun yıllar Moailerin arkasındaki gerçekler, bir sır olarak kaldı. Ancak yapılan arkeolojik kazılar ve bilimsel çalışmalar, Moailer hakkında gizemli birçok bilgiyi gün ışığına çıkardı. Heykellerden alınan taş örnekleri üzerinde yapılan incelemeler, bu heykellerin adanın doğusundaki Rano Raroku volkanının tüf ve taşlarından yapıldığını ortaya çıkardı. Bununla beraber, bir Moai’nin yapılması, işinde uzmanlaşmış 5-6 ustanın yaklaşık bir yıllık zamanını alıyordu. Yapım aşamasından sonra zorlu taşınma işlemi başlıyordu. Bunların taşınması sırasında kabileler birlikte hareket ediyorlardı, çünkü bir Moai yapıldığı yerden dikildiği yere gidinceye kadar diğer kabilelerin topraklarından da geçmek durumundaydı. Ayrıca tonlarca ağılığında olan heykellerin taşınmasında çok sayıda insana ihtiyaç vardı. Bu yüzden işbirliği yapıyorlardı. Bu tonlarca ağırlıktaki Moailerin, dikildikleri yere getirilmesi konusunda iki teori var. Birincisi ağaç kütükleri üzerinde kaydırılarak getirildiler, diğeri ise Moailer yürütülerek buraya geldiler. Yani devasa Moailer ayağa kaldırılıyor, iki yan ve bir arka olmak üzere halatlarla çekilerek bir uyum içinde yavaş yavaş uzun bir zaman diliminde, buraya kadar getirildi. Bu taşınma işleminde bir Moai günlük, ancak 100 metre kadar taşınabiliyordu. Bunun üzerine yapılan deneyler bunun mümkün olduğunu gösterdi. Ayrıca bir moainin taşınması işinde, 1000 civarında insan çalışıyordu.


Bu uzun yolculuktan sonra, dikilecekleri yerlere getirilen Moailer, burada özenle hazırlanmış “Ahu” denilen platformların üzerine yerleştirildiler. Daha sonra başlarına kırmızı şapkaları bir şekilde konuldu. Ahular içinde yapılan incelemeler neticesinde bulunan mercan kırıntıları, bir zamanlar Moailerin göz çukurlarına mercandan yapılmış bir göz takıldığını, hatta göz bebeklerinin bile volkanik bir maddeden yapıldığını gösterdi. Bu Moailer, ilk dikildiklerinde boyanmış ve tüylerle de süslenmişti. Sırtlarında ise her Moainin kendine özgü olmak üzere şekiller çizilmiş. Bunların ne anlama geldiği henüz çözülebilmiş değil. Zaman içinde doğanın tahrip edici gücü karşında yıkılan Moailerin yerlerinde yeni platformlar inşa edilerek yeni Moailer dikilmiş.


Son yapılan arkeolojik kazılar, Moailerin asıl sırlarının ortaya çıkarılmasına yardımcı oldu. Ahu platformlarının altında yapılan kazılarda toplu mezarlar bulundu. Her ahunun altındaki toplu mezarda neredeyse yüze yakın insan gömülmüştü. Buradaki kalıntılar üzerinde yapılan incelemeler, bu kişilerin akraba olduğunu ortaya çıkardı. Bu kişiler kabilelerin önde gelenleriydi. Yani aslında Moailer, Rapanui topluluğunun ölen kabile liderlerini temsil ediyordu. Hiçbiri birbirine benzemeyen Moailer, kimin adına dikiliyorsa onun şeklinde yapılıyorlardı. Çünkü bunlar, atalarının yaşayan yüzleriydi.


BU heykellerin yüzlerinin okyanusa değil de, ada içine bakmalarının nedeninin ise gözlerinin kabileleri üzerinde olduğu ve onları koruyup kolladıkları şeklinde yorumlanıyor. Rapanuiler, bu şekilde ölmüş olan atalarıyla bağ kurabiliyorlardı. Bu açıdan Moailer, toplumun önemli bir parçasıydılar.


Moailerin önemli bir bölümü yapıldığı ocakta bırakılmış, bir bölümü de taşınma esnasında yolda kalmış. Avrupalılar buraya ilk geldiğinde ayakta olan Moailer, 50 yıl sonraki ikinci gelişlerinde Rapanui topluluğu tarafından yüzüstü yıkılmış halde bulunmuş. Günümüzde ayakta olmalarının nedeni yapılan çalışmalarla araştırmacılarca tekrar dikilmelerindendir.


Peki, Neden Moai yapımı ve taşınımı bir anda durdu ve neden Moailer, yüzüstü yıkıldı? Bu soruların cevaplarını arayan araştırmacıların, farklı teorileri var. İlk teori yerleşimciler, dünya üzerinde, kendilerinden başka yaşayanlar da olduğunu gördüklerinde, kozmoloji anlayışları ve dinleri bir anda çöp oldu. Her şey birden paramparça oldu ve Moaileri yıktılar, Moai yapımını ve taşınımını da bıraktılar.


Diğer bir teori ise Avruplaıların adaya getirdiği felaketle birlikte ada nüfusu dramatik bir şekilde azalınca, Moailerin taşınması için gerekli kas gücü kalmadı. Ayrıca Rapanuiler, kendilerini bu barbar istilacılara karşı koruyamayan atalarının heykellerinin bir işe yaramadığını düşünerek onları yüzüstü yıktılar.


13. yyda ilk kez yapıldığı tahmin edilen Moai heykellerinin sayısını belirlemek için, 1935 yılında Peter Sebastian Englert bir çalışma başlattı. Yaptığı bu çalışma sonrasında bu heykellerden 638 tanesini numaralandırarak kategorize etti. Daha sonra 1969 – 1976 yılları arasında yürütülen daha kapsamlı bir araştırma olan Paskalya Adası heykelleri araştırma projesiyle, 887 heykel kayda geçirildi. Ancak bu heykellerin bir bölümünün de toprak altına gömüldüğü ve toplam sayının yaklaşık 1000 civarında olduğu düşünülüyor. Heykellerin yaklaşık 200 tanesi yapıldığı taş ocaklarında yarım halde kalmış, 100’e yakını ise yerleştirileceği yere götürülürken yolda bırakılmış.


Adada yapılan araştırmalarda mağaralar da bulundu. Bu mağaraların barınak, depo ve su saklama yeri olarak kullanıldığı anlaşıldı. Ayrıca adanın normal sakinlerinin büyük bölümünün de bu mağaralara gömüldüğü anlaşıldı. Bunun yanında, Avrupalıların bulaştırdığı salgın hastalıklar sonucu, hastalığa yakalanan kişiler buraya gelmişler ve burada hayatlarını kaybetmişler. Yapılan incelemeler bu acı dolu gerçeği de gün yüzüne çıkardı. Moai heykelleri, 1995 yılında UNESCO tarafından Dünya Miras Listesine dahil edilerek koruma altına alındı.


Rapanuiler, 1000 yıl önce bu adaya geldiler, kabilelere bölündüler ve çok zaman geçmeden de ölen atalarını onurlandırmak ve yaşatmak için Moai adını verdikleri heykeller yaptılar. Zamanla nüfusları arttı ve artan nüfusla beraber, Moailerin sayısı, uzunlunlukları ve ağırlıkları arttı. Her kabile, daha büyüğünü yapmak için diğeriyle yarışa girdi ve neticesinde bu kadar ustalıkla yapılmış heykeller ortaya çıktı. Avrupalıların adaya gelmesiyle de yüzlerce yıl dünyanın geri kalanından yalıtılmış halde yaşayan Rapanui toplumunun sonu geldi.


Bu yazımızda Moai Heykellerini ele aldık, bir sonraki konumuzda görüşmek dileğiyle...

5 yorum:

  1. Avrupalılar, sömürgeyi ve yok etmeyi seviyorlar ne kadar medeniyiz deseler de inanılması zor ve gülünç. Güzel ve çok faydalı bir paylaşım olmuş yine teşekkürler:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, maalesef dünya üzerindeki farklı kültürlerin yaşamasına izin vermediler. Zaten tarihi olarak bakıldığında coğrafi keşiflerle birlikte Güney Amerika kıtasına bulaştırdıkları grip ile yaklaşık 40 milyon insanın hastalıktan ölmesine neden oldular. Bu şekilde oranın asıl yerleimcileri ortadan kalktıktan sonra kendi ülkelerinden insanları oralara yerleştirdiler ve asıl yerliler azınlıkta kaldı. Kendilerini de çok güzel pazarladıkları için kendi yaptıkları katliamları görmezler ya da sümenaltı ederler, ama bizim yapmadığımız sözde ermeni soykırımını tanırlar.

      Sil
  2. Çok ilgi çekici bir konu. Teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Rica ederim, bu konu üzerine ayağı yere basmayan "uzaylılar yaptı" gibi teoriler vardı, gerçekte ne olduğunu araştırıp yazmak istedim. :)

      Sil
  3. Ne güzel detaylı anlatmışsınız, sayenizde bir çok ek bilgi öğrendim heykeller hakkında, emeğinize sağlık.

    YanıtlaSil