Taşkınbilgist: Sigmund Freud Kimdir? Kişiliği, Eserleri ve Teorileri

22 Nisan 2020 Çarşamba

Sigmund Freud Kimdir? Kişiliği, Eserleri ve Teorileri





Bu yazıda hipnoz kullanımı, rüyaların analizi ve dürtüler üzerine çalışmalarıyla adından sıkça söz ettiren 20. yy'lın en etkili ve tartışmalı isimlerinden birini anlatacağım.. Bu isim, insan kişiliğinin anlaşılması için dönemine göre oldukça yeni bir bakış açısı olan psikanalizin kurucusu Avusturyalı nörolog, Sigmund Freud.
Konuyu youtube kanalımdan izleyebilirsiniz.



S harfini söyleyemediği için Sigismund Freud olan adını Sigmund Freud olarak değiştiren, Shakespeare’i ezbere bilen, Cervantes’in Don Kişot’unu orijinal dilinden okumak için İspanyolca öğrenen, bunun yanında Fransızca, İngilizce, Latince, İbranice, İtalyanca ve Almanca’yla birlikte 7 dil bilen, edebiyata, felsefeye ve sanata karşı büyük ilgi duyarken müzikten nefret eden, bilinçsiz bir anında ağzından istemediği bir söz çıkar korkusuyla alkolü çok az tüketen, önemli konuşmalar öncesi kokain kullanan, evinde son derece despot ve otoriter olduğundan dolayı 2 çocuğunun kekeme olduğu söylenen, kendini kansere götürecek kadar puro bağımlısı olan bu ilginç ve entelektüel kişinin biyografisini incelemek, bize farklı bir bakış açısı kazandıracaktır. 

Sigmund Freud, 6 Mayıs 1856’da bugün Çek Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan Pribor, o zaman ki adıyla Freiberg’de, Yahudi bir ailenin oğlu olarak doğdu. Babası tüccardı. Aile, Freud 4 yaşındayken Viyana’ya taşındı. Ailesi Yahudi olmasına karşın, Freud Yahudilerin geleneklerine bağlı değildi. 


Goethe’’nin eserlerinden etkilenerek, başlangıçta istemediği halde, tıp okumaya karar verdi ve 1873’de Viyana Üniversitesinde Tıp okumaya başladı. Burada Yahudi düşmanlığıyla karşılaştı ve okuldaki arkadaş çevresinden dışlandı. Tıp öğrencisi ve genç bir araştırmacı olarak Freud, insanların ve hayvanların sinir dokularının ve beyinlerinin biyolojisi üzerine odaklandı. Mezun olduktan sonra, 1883'te dönemin ünlü beyin anatomisi ve nöropatoloji uzmanı Dr. Theodor Meynert'ın yönetiminde psikaytri kliniğinde asistan olarak çalışmaya başladı. 1884 yılında kokain üzerine bir inceleme yapmakla görevlendirildi. Bu incelemesinde kokainin analjezik özelliklerini fark etti, fakat bunun anestezi için kullanılabileceğini keşfedemedi. 


Freud, 1885’te, histeri üzerine uzmanlaşmış olan nörolog Jean Charcot’un öğrencisi olarak Paris’e gitti. Burada hastalarla olan deneyimlerinden sonra, akıl hastalıklarının, fiziksel sorunlar ve doğal bir gelişmeden değil, psikolojik ya da duygusal travmalardan kaynaklandığı sonucuna vardı. Burada, teorisinin temelleri oluşturdu. Ona göre insan, güçlü cinsel ve duygusal dürtüler yaratan, bastırılmış bilinçdışı anılara sahipti. Bu dürtüler, birbirleriyle mücadele ederek insan davranışını yönlendiriyordu. Viyana’ya döndükten sonra, sinir ve beyin rahatsızlıklarında uzmanlaşmış özel bir klinik kurdu. Kendisini öncelikle bir doktordan ziyade bilim insanı olarak görüyordu. Bu nedenle, insanın bilgi ve deneyiminin yolculuğunu anlamaya yönelik çalışmalara girişti. Bütün bu çalışmaları arasında Freud, aynı yıl 4 yıllık nişanlısı Martha ile evlendi. Freud ve martha çiftinin 6 çocuğu oldu. 


Paris sonrası, kariyerinin ilk yıllarında Freud, histerik hastaların tedavisinde, hipnoz yöntemini kullanarak başarı elde eden Viyanalı meslektaşı Josef Breur’in çalışmalarından oldukça etkilendi ve onunla birlikte çalışmaya başladı. Bruer ile birlikte Histeri Üzerine İncelemeler’i yazdı, Psikanalizin temel ilklerinin bulunduğu bu eser, tıp çevrelerince hoş karşılamadı. 1896’da babasının ölümü, onu bunalıma soktu. Bu süreçte, sistematik olarak kendini çözümlemeye başladı. Yine aynı yıl, Breuer'le nevrozların cinsel açıdan açıklanması konusunda ters düşerek yollarını ayırdı. Histerinin cinsel etiyolojisi üzerine verdiği bir konferans skandala yol açtı. 


Kendi yolunda ilerleyen Freud, bilinçdışı teorisini geliştirdi. Bunu şu şekilde açıklıyordu: “Ben bir evim, bu evin içi karanlık. Bilincimse oradaki tek ışık, rüzgarda bir mum ışığıyım, titreşiyorum bazen burada, bazen orada. Diğer her şey karanlıkta, diğer her şey bilinçaltında kalıyor, yine de oradalar. diğer odalarda, oyuklarda, koridorlarda, merdivenlerde, kapılarda sürekli oradalar ve içimizde yaşayan her şey, içimizde dolaşan her şey, hepsi oradalar, çalışıyorlar, yaşıyorlar, ben dediğim o evdeler. Tabu, yasak düşüncelerimiz, yasak arzularımız, ışık altında görmek istemediğimiz anılarımız. Karanlıkta etrafımızda dans ediyorlar, bize işkence ediyor ve bizi dürtüyorlar, yakamıza yapışıp bizi korkutuyorlar, bizi hasta ediyorlar. Bizi histerik yapıyorlar.” Ona göre, nevrozların kökeni hastanın geçmişinde yaşadığı travmatik deneyimlerdi. Bu orijinal olay unutulup bilinçaltında saklanıyordu. Bunu tedavi etmenin yolu, hastaların bilinçaltında gizlenmiş olan anılarını canlandırmak ve hastayı bunlarla yüzleştirmekti. Bu şekilde hastanın nevrotik semptomlardan kurtulabileceğine inanıyordu. 


Şimdi de Freud’un tepki çeken bir kavramına bakalım. Freud, 1897’de Oedipus Kompleksi adlı eserini yayımladı. Bu eserde öne sürdüğü fikirler ağır eleştiriye uğradı. Freud bu eserinde çocukların 3 – 5 yaş arasında, gelişim sürecinin normal bir parçası olarak karşı cins ebeveynine ilgi duyduğunu ve aynı cins ebeveyniyle rekabet halinde olduğunu öne sürdü. Freud’un bu teorisinin adı, içeriğine uygun olarak, Yunan mitolojisinde annesiyle evlenebilmek için babasını öldüren Oedipus’tan geliyordu.. 


Freud’un dikkat çeken bir diğer çalışması rüyalar üzerineydi. 1900’de, temel çalışması Rüyaların Yorumu kitabını yayımladı. Bu kitabında Freud, insanların bir nedenden dolayı rüya gördüğüne inanıyordu. Ona göre, zihin, bilinçli olarak başa çıkamayacağı sorunlarla, bilinçaltında mücadele ediyordu. Rüyalar, insanın arzularından ve deneyimlerden kaynaklanıyordu. Freud, rüyalarımızı ve anılarımızı analiz ederek, şu andaki davranışlarımızı ve duygularımızı nasıl etkileyebildiklerini anlayabileceğimize inanıyordu. 


Freud, başarılı çalışmaları sonrası, 1902’de Viyana Üniversitesi’ne Nöropatoloji profesörü olarak atandı. 1902’den sonra, “Çarşamba Günleri toplantıları” adı altında, bir grup tıp öğrencisi ve takipçisi onun etrafında toplanmaya başladı. Bunlar arasında Alfred Adler de bulunuyordu. 1907'de İsviçreli psikiyatr Carl Gustav Jung tarafından ziyaret edildi. Jung, aynı yıl Zürih'te Freud Derneği'ni kurdu. Bu Freud için büyük bir başarıydı, zira psikanaliz artık, ülke sınırlarının dışına çıkmıştı. Takip eden yıllarda Jung, 1. Psikanaliz Kongresi'ne katıldı ve psikanaliz üzerine konferanslar vermek üzere Freud ile birlikte ABD'ye yolculuk etti. 1908’de Viyana Psikanaliz Derneği kuruldu. Bir süre sonra Jung ile Freud’un yolları ayrıldı. 


Freud, çalışmalarına aralıksız devam etti. Freud, 1910 - 1920 yıllarında Psikanaliz Üzerine, Totem ve Tabu, Narsizmin İncelenmesine Giriş, Yas ve Melankoli adlı eserleri yayımladı. I. Dünya Savaşı Freud’u oldukça derinden etkiledi. Artık klinik gözlemlere daha az zaman harcamaya başladı. Teorilerinin tarih, sanat, edebiyat ve antropolojiye uygulanmasına odaklandı. 1923’te zihnin yapısal modelini açıklayan “Ego ve İd” kitabını, “id” ile “ego ve süperego” olarak ikiye ayırdı. Freud'un geliştirdiği bu "yapısal teori"ye göre zihin; ego, süperego ve id şeklinde üç bölümden oluşuyordu. "İd" cinsellik, saldırganlık, açlık gibi "ilkel arzuları" saklayan, "süperego" içselleştirilmiş norm, ahlak ve tabuları kapsayan, ve "ego" ise bu iki bölümün arabulucusu ve kendilik duygusuna yol veren bölümdü. İd, ego ve süperego kısaca şöyleydi; 

İd, doğuştan vardır ve psişik enerjinin kaynağıdır. İlkel arzular; açlık, su, dışkılama, cinsellik ve ısınma için temel güdüler İd'de saklıdır. Freud, bu psişik enerjinin bebeğin doğuştan getirdiği, biyolojik bir enerji olduğunu söyler. Libido adını verdiği bu biyolojik enerji, bebeğin büyüyüp geliştiği süreçte psişik bir enerji haline gelir. Kurama göre, bu süreç bebeğin bilinç düzeyinde değildir, bilinçdışı olarak gerçekleşir. İd, haz ilkesi ile hareket eder ve amaç bir an önce doyuma ulaşmaktır. Amaca ulaşamamak ve bu yolda engellenmek gerginliğe neden olur ve bunu yenmek için gösterilecek çabayı körükler. Freud'a göre, doyuma ulaşmak ve gerginliği azaltmak için istenilen ve arzu edilen şey, düşlenerek doyuma ulaşılır. 

Ego, İd'den sonra gelişen bir yapıdır. Bebeğin altıncı ayından itibaren İd'den kaynaklanarak gelişmeye başlayan Ego, bilinci ve gerçekliği temsil eder. Enerjisini İd'den alır ve aldığı bu enerjiye göre şekillenir. İd'in doyuma ulaşmak için kullandığı birincil süreç tarzı düşüncenin yerini, ikincil süreç tarzı düşünceye bıraktığı yerdir. Düşleyerek yaşamanın mümkün olmadığını söyleyen Ego, devreye düşünme, karar verme ve planlama yetilerini sokar. İd'in sabırsızca doyum elde etme ve düşlemlerini daha gerçekçi yapıya dönüştüren Ego, gerçeklik ilkesine göre çalışır. 

İd ve Ego'dan sonra, Süperego yapısı oluşur. Çocuk, konuşmayı ve kültürü öğrenmeye başladıkça Süperego'su gelişir. Büyüme aşamalarının her birinde kültürü, normları, sembolleri, kuralları, yasakları öğrenir ve içselleştirir. Vicdani yapısı gelişen çocuk, çevresi tarafından kimi zaman onaylanır, kimi zaman onaylanmaz. Bakıcıları tarafından kabul edilmeyen şeyleri fark eder ve onaylanmamaktan kaçınır. 


Freud’a göre, bu üç ruhsal yapı çok karmaşık ilişkilerle ve sistematikle, insan gelişimini belirler ve kişiliğini oluşturur. Ona göre insan, libidonun yönlendirdiği ve libidonun uyarımını asgaride tutma ilkesine göre düzenlenmiş bir makinedir. İnsan özünde bencildir, ancak içgüdüsel arzuların giderilmesi için, karşılıklı gereklilik oluşması durumunda ilişki kuran bir varlıktır. İnsanın temel hedefi haz yaşamak değil, gerilimini boşaltmaktır. Bu yüzden insan, aklı ve duyguları arasında bölünmüş bir varlıktır. 


1933’te Hitlerin Almanya’da başa geçmesiyle birlikte Freud için zor zamanlar başladı. Berlin’de kitapları halka açık alanlarda yakıldı. 1938’de Naziler, Avusturyayı ilhak edince, kızı Anna ve karısıyla Londra’ya gitti. 


Şimdi de Freud’un ömrünün son zamanlarında yazdığı ve büyük yankı uyandıran eserine bakalım. Freud, 1934 38 yılları arasında Musa ve Tek Tanrıcılık kitabını yazdı. Bu onun yaşarken yayımlanan son kitabıydı. Bu kitap arkasında çok büyük tartışmalar bıraktı. Yazımı bittikten sonra birçok din adamı, pek çok teolog, filozof ve meslektaşı Freud’a böyle bir zamanda bunu yayımlamamasını istediler. Ancak Freud, “bilimsel gerçekler, eğer bir takım yeni doğrulara işaret ediyorsa, biz bir ulusun yazgısı pahasına da olsa onları söylemekten vazgeçemeyiz” demiştir. Freud’u böyle bir kitap yazmaya iten asıl neden, insanların bilinçdışında Yahudilere karşı neden büyük bir kin var? Sorusuna cevap bulmaktır. Ona göre bunun kökeni Musa’ya kadar gider. Musa aslında İsrailli bile değildir, Mısırlıdır. Bir çeviri hatası sonucu, isminin sonuna gelen ek onun İsrailli gibi algılanmasına neden olmuştur. 


Firavun 4.Amenofis, Aton dini diye yeni bir din ortaya koyar ve Tek Tanrılı dinleri başlatır. Musa da büyük olasılıkla Aton dinini yayan tapınaklardan birinde çalışan bir rahip. Aton dini 4.Amenofis’in ölümüyle dağılmaya başlayınca, Musa, bu dini yaymak için kendine insan aramaya başlıyor, o sırada ortada kalmış ve göçmen olarak Mısır’da yaşayan İsrailli Yahudileri alarak gelin size çok yeni bir din öğreteyim diyerek onları Mısır’dan çıkarıyor… Freud eserinde bu süreci kapsamlı bir şekilde açıkladıktan sonra, dünyanın Yahudilere bu denli düşman olmasının nedenlerinden biri insanlara tek tanrılı din getirmesidir. Ona göre tek tanrılı din, insana bir güvence vermiştir ama karşılığında ahlak adına, vicdan adına insandan çok şeyler istemiştir, insanın içgüdülerini, arzularını, dürtülerini kısıtlamasını istemiştir. Yani insanların en güzel duygularından fedakarlık yapmasını istemiştir. Freud, hayatının son yıllarını bu eserini yazmakla geçirmiş ve yayımlanması sonrası da oldukça sevinmiştir. 


Freud, aşırı derecede puro bağımlısıydı. Bunun sonucunda, 1923’de çene kanseri teşhisi kondu ve 30’dan fazla ameliyat geçirdi. Ancak puro içmeyi ömrünün sonun kadar bırakmadı.23 Eylül 1939’da dayanılmaz acılarını sonlandırmak için ötenazi talep etti. Bu şekilde hayata veda etti. 


Freud, prensipleri gereği kişisel hiçbir özel belge, anı defteri, mektup bırakmamış, hepsini yakmıştır. Bu nedenle, Freud'a dair ilk ve en kapsamlı bilgiler, yakın dostu İngiliz psikaytr Ernest Jones'un 1953'te yayımlanan üç ciltlik Sigmund Freud'un Yaşamı ve Yapıtları adlı kitabıyla ortaya çıkarıldı. 


Freud’dan bir alıntıyla yazıyı bitirelim. Güçlü bir ego, hasta olmaya karşı bir önlemdir ama son çare olarak; Hasta olmamak adına sevmeye başlamak zorundayız ve şayet sevemiyorsak hasta olmaya mahkumuz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder