Taşkınbilgist: Stockholm Sendromu

23 Ocak 2018 Salı

Stockholm Sendromu





İsveç'in başkenti Stockholm'de 23 Ağustos 1973'te saat 10.00 civarında Kreditbanken adlı bir bankadan soygun ihbarı gelir. Soyguncular(Jan - Eric Olsson) 4 banka çalışanı kadını rehin alırlar ve 6 gün boyunca devam edecek olan rehin alma ve polise direnme eylemi başlar.

Soyguncuların polisten birtakım istekleri vardır. Ceza evindeki bir arkadaşlarının bankaya getirilmesi ve yanında da bir spor araba isterler. İstekleri polis tarafında yerine getirilir. Ancak istekleri bununla sınırlı değildir. Polis ablukasının da kalkmasını isterler. Ne var ki, polis ablukanın kaldırılmasını kabul etmez.




Olaylar burada şaşırtıcı bir hal almaya başlar. Altı gün boyunca rehinelerle soyguncular arasında pozitif diyaloglar oluşmaya başlar. Rehineler, soyguncuların aslında kendilerini öldürmek istemediklerini ve sadece oradan çıkıp gitmek istediklerini düşünmeye başlarlar. Onlara göre bu soyguncular aslında iyi insanlardır ama hayat koşulları onları böyle bir işi yapmaya itmiştir. Hatta rehineler öyle bir noktaya gelirler ki soyguncuları değil ama ablukayı kaldırmayan polisi suçlamaya başlarlar. Olay yaşanırken telefonla basına konuşan rehinelerden biri "Asıl korktuğum polis. Biz burada iyi vakit geçiriyoruz." der ve ülkede şok etkisi yaratır. Bununla da kalmazlar. Rehinelerden biri soyguncuya duygusal olarak bağlanır.




Sonunda polis gaz atarak bankaya girer ve rehin alma olayını sona erdirir. Ancak tuhaf bir durum vardır. Rehineler de soyguncularla birlikte polise karşı koymaya başlarlar. Bu kadarla da kalmazlar ve dava sürecinde soyguncuların aleyhine tanıklık yapmayı reddederler. Tuhaf bir işe daha girişen rehineler kendi aralarında para toplayarak soyguncuların savunulmalarına yardım ederler. Hatta rehinelerden biri nişanlısından ayrılır ve soyguncunun hapisten çıkmasını bekler. Hapisten çıktıktan sonra da soyguncular ve rehineler ailecek görüşmeye devam ederler.

Bu garip olaya literatürdeki ismini Psikiyatr Nills Bejeront verir. Olanları yargılamak yerine anlamaya çalışma durumuna literatürde "
Stockholm Sendromu" denir.

Aslında biz bu konunun
Yeşilçam filmlerinde sıkça işlendiğini görmekteyiz. Bilerek mi işlediler bilmiyorum ama gerçekten Cüneyt Arkın ya da Kadir İnanır filmlerinde bunun örneklerini görmek mümkün. Neyse biz konumuza dönelim.


Aslına bakarsanız bu durumun psikolojik alt yapısı oldukça karmaşık. Gelin birlikte bakalım.

Önce dış dünyadan soyutlanmış durumdaki kurbanımız kendisine baskı uygulayanların şiddet eğilimlerini fark eder. O kişinin kendisini öldüreceğini düşünmeye başlar ve ölüm korkusu hisseder. Ancak ölüm korkusunu baskılamak için hayatta kalmaya odaklanmaya başlar. Baskıcının karşısında giderek zayıf kalan kurban, onun en küçük iyi davranışını bile gözünde büyütmeye başlar. Bir süre sonra kurban öyle bir noktaya gelir ki empati yaparak kendini kurbanın yerine koyar ve olaylara onun gözünden bakmaya başlar. Böyle düşünmeye başladığında baskıcıya karşı olumlu duygular beslemeye ve yaptıklarına hak vermeye başlar. Baskıcıya kendini yakın hisseder ve ondan kendine bir zarar gelmeyeceğine kendini inandırarak rahatlar. Kurban bir süre sonra bir adım daha ileri gider ve aslında sahip olduğu tek olumlu ilişkinin baskıcıyla aralarındaki ilişki olduğuna karar verir. Aralarındaki bu ilişkiyi kaybetmemek için de elinden geleni yapar.

İlginç istatistikler de var: FBI araştırmalarına göre adam kaçırma ve rehin alma durumlarının %27'sinde rehineler üzerinde "Stockholm Sendromu" etkisi görülüyormuş.

Bu etkinin en fazla kendini gösterdiği kişiler ise; savaş esirleri, rehineler, cinsel tacize maruz kalan çocuklar, tarikat üyeleri, pazarlanan hayat kadınları, aile içi şiddete maruz kalan kadın ve çocuklar…olarak sıralanabilir.

Bu etkinin psikolojik nedeni ise: İNSANIN HAYATTA KALMA İÇGÜDÜSÜDÜR.

1 yorum:

  1. Biz bunun insanların kendilerini hayatta kalmak için saçma duygulara bağlandığı sonucunu çıkarabileceğimizi düşünüyorum. Dürüst olmak gerekirse zaten baskı içinde olmayan bir insan kendini bu tür duygulara bağlamaz. Bunu etkisi en çok görülen insanlara bakarak da anlayabiliriz. Göründüğü üzere bundan etkilenen insanların doğru düşünmediği bariz. Kimsenin bu etkiye maruz kalıp hayatını saçma ve kötü kişilere bağlamaması ve bu tür iğrenç ilişkiler içinde olmaması dileğiyle....
    Saygılar.

    YanıtlaSil